20 Nisan 2024 Cumartesi
ATATÜRK VE ÇOCUK SEVGİSİ“Küçük hanımlar, küçük beyler! Sizler hepiniz geleceğin bir gülü, yıldızı, bir bahtının aydınlığısınız.
Memleketi asıl aydınlığa gark edecek sizsiniz.
Kendinizi ne kadar önemli, kıymetli olduğunuzu düşünerek ona
göre çalışınız.
Sizlerden çok şeyler bekliyoruz; kızlar, çocuklar!”
17. 10. 1922, Bursa, Çocuklara. ATATÜRK VE ÇOCUK SEVGİSİ Cumhuriyet döneminin bu yeni aile tipini oluşturan anne babalar, çocuk eğitimiyle ilgili bu geleneksel uygulamaları altüst etmiştir. Artık çocuk ilk kez kendiliğinden gelişimi içinde sevilmeye başlıyordu. Geleneksel eğitimin çocuğa güvensizlikle bakan anlayış yerini yavaş yavaş çocuğa güvenmeye bırakıyordu. Anne ve babalar çocuk eğitiminde izleyecekleri yolu gösteren bir lidere ATATÜRK’e sahiptirler. Hem sözleri hem de davranışları ile Cumhuriyet dönemi ailelerine örnek bir davranış sergileyen ATATÜRK’e göre çocuk eğitimi, ana kucağından en yüksek eğitim ocaklarına kadar her yerde, her zaman üzerinde önemle durulmalıdır.
ATATÜRK’ün çocuklara yaklaşımı Avrupalı pedagogların görüşleri doğrultusunda olmuş, çocukları bir büyük insan olarak kabul etmiştir. Çocuklarla konuşmalarında onlara yaşlarının diliyle hitap ederken aynı zamanda onların his, istek ve düşüncelerini de göz önünde tutmuştur. Çocukların yanında içlerinden geldiği gibi konuşmalarına ve davranmalarına izin veren ATATÜRK bu davranışını arkadaşlarına şu şekilde ifade etmiştir: “Bugün bir hiç gibi gördüğün bu çocuk belki de yarının en büyük kahramanıdır. Onun için her kim olursa olsun, istediği şekilde konuşmakta serbesttir. Çocukları serbestçe konuşmaya, düşündüklerini, duyduklarını olduğu gibi ifade etmeye teşvik etmelidir, böylece hem hatalarını düzeltmeye imkan bulunur, hem de ileride yalancı ve ikiyüzlü olmalarının önüne geçilmiş olur. Kısacası çocuklarımızı artık, düşüncelerini hiç çekinmeden açıkça ifade etmeye, içten inandıklarını savunmaya, buna karşılık da başkalarının samimi düşüncelerine saygı duymaya alıştırmalıyız.” Gerçekten de çocukların ATATÜRK’ün karşısında hiç çekinmeden, sıkılmadan içlerinden geldiği gibi konuştuklarını görmekteyiz. ATATÜRK çocuğu olmamasına rağmen; çocukları o kadar çok sevmiştir ki onlara, dünyanın ilk ve tek resmi Çocuk Bayramını (23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı) armağan etmiştir. TBMM’nin açılışının birinci yıldönümünde Meclis çıkardığı bir yasa ile bu günü Çocuk Bayramı olarak ilan etmiştir. 1929 yılında bu tarih, Çocuk Haftası’nın da başlangıcı olarak kabul edildi. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, uzun yıllardan beri uluslararası kutlanan dünyanın tek çocuk bayramıdır. Atatürk’ün çocuklarla ilgili anılarına bir göz atalım. 15 Mayıs 1922 günü Ankara’da İzmir’in işgalini kınamak için bir İzmir gecesi düzenlenmişti. Millet bahçesinin ortasında ahşap tiyatro binasında muallim mektebi öğrencileri ve gençlerin katılımı ile bir piyes oynanır. Tiyatro salonu ağzına kadar dolmuştur. Gazi Mustafa Kemal Paşa da gelip ön sırada teklif edilen yere değil halkın ortasında bir yere oturur, öğretmen Enver Behnan (Şapolya) Bey’de suflörlük yapıyordu. Piyes Vasıf (Çınar) Bey’in Mustafa Kemal Paşa’nın katılmasına teşekkürleriyle ve Cumhurbaşkanlığı Bandosu tarafından İstiklal Marşı’nın çalınmasıyla başladı. İzmir Yurdu Marşı’nı lise öğrencileri okudu. Hakimiyet-i Milliye Gazetesi’nde muhabir İzzet Ulvi Bey’in altı yaşındaki oğlu Gültekin’e sıra geldi. Sahneye onu Enver Behnan Bey getirdi. Gültekin, babasının yazmış olduğu ‘HINÇ’ şiirini okudu. Gültekin o kadar güzel, o kadar canlı söyledi ki, bütün salonun ısrarıyla şiiri bir daha okudu. Gültekin’in bu heyecanlı şiiri o kadar çok alkışlandı ki sanki sahne yıkılacak gibi oldu, Mustafa Kemal çok heyecanlanmış, duygulanmıştı. Yanındakiler o derin bakışla gözlerinde iki damla yaşın biriktiğini gördüler. Vatanın üzüntüsünü dile getiren çocuk dünyanın en metin ruhlu çelik imanlı bu büyük kumandanını ağlatmıştı. Gece bittiği zaman Mustafa Kemal Gültekin’i yanına çağırarak sevdi. Sonra dayanamadı kendisine bir Mısırlı Prenses tarafından hediye edilmiş kullanmakta olduğu saati hediye etti. Başka bir anı ise;
Tarsus’a giderken esnaf cemiyetleri, istasyondan şehre kadar, arka arkaya kurban kesip duruyorlardı. Gazi her kurban kesildikçe kafasını öteki tarafa çevirmektedir. Latife Hanım bir aralık “Ne oluyorsunuz?” der. O’da “Hiç kurbana bakamam.” diyordu. Konya’dayken Kız Öğretmen Okulu’nda bir piyes oynadılar. Kızlar Hilal-i ahmere (Kızılay) ait bir piyesi temsil ediyorlardı. Oyunda, savaştan sakat dönen bir delikanlı, soylu bir duygu ile nişanlı olduğu kıza nişan yüzüğünü geri verirken kız da, aynı temiz duygu ile bunu reddeder. Bu sahne karşısında Gazi mendilini çıkarmış gizlice gözlerindeki yaşları siliyordu. Latife Hanım gülerek “Oh ya, kızlarımız seni nihayet ağlattılar ya!” diyordu. Bir başka anıyı da Samsun’dan aktaralım;
Samsun’da ilkokul öğrencisi olan bir çocuktan Çankaya’ya şöyle bir mektup gelir. Samsun: 14.12.1930
Çok Sevgili Gazi Babama, Yurdumuzu şenlendiren, benliğimizi koruyan büyük kumandanın mübarek yüzünü görmek için bütün Türk yavrularının kalbinin çarptığını çok yakından bilirsiniz, değil mi? İşte bir küçük yavrunuz olan ben de bir gün olur elbette sizi görürüm diye düşünüyordum. Bu düşüncelerin gün geçtikçe artıyor, kalbimde yanan ateş yakıyordu. Bir gün vücudumda hafif bir kırgınlık duydum, yatağa yattım. Tam 15 gün hastalandım. Ümidim kesilmişti. Bir gün Samsun’a geleceğinizi haber verdiler, dünyalar kadar sevindim. Ne iyi ben de Gazi Babamı göreceğim diyordum. Fakat yataktan kalkamıyordum. O kadar üzülüyordum ki, Samsun’a geldiğini öğrendiğim dakika kendimde iyiliğe doğru bir hal gördüm. Bunun sizin muhabbetinizden geldiğine inanarak “Allahım dedim, eğer ben de yataktan kalkar ve iyi olursam dünyada yegane malım olan sevgili tayımı Aziz Babama armağan edeceğim.” dedim. Ve günden güne iyileşerek büsbütün ayağa kalktım. Mektebime devama başladım. Şimdi bu adağı yerine getiriyorum. Bir küçük yavrunuzun candan kopan, gönlünden gelen bir hediyesini kabul etmenizi rica eder,ellerinizden öperim Sevgili Gazi. Samsun İnönü Mektebi 5.ci sınıf talebesinden 23 numaralı Bahri Atatürk, gözleri dolmuş, tebessüm etmişti. Genel Sekreterine şu emri verdi: “Samsun Valisi’ne bir yazı gönderin. Çocuğun hakkımdaki duygularına ve armağanına teşekkür ettiğimi bu değerli hediyesini yine kendisine bağışladığımı bildirin. Vali, çocuğun babasına bunu bizzat bildirsinler.” Samsun Valiliği’ne gereken yazıldı. Bahri’ye de böylece teşekkür edildi. Son anı ise, İzmir’den; Atatürk, 12 Nisan 1934 akşamı, İzmir’de İzmir Palas Salonlarında Hakimiyeti Milliye Okulu fakir çocukları menfaatine verilen baloyu şereflendirirler. Öğrencilerden Ali isminde bir çocuk ortaya gelir, fakat heyecandan bocalar, konuşamaz derken küçük Ali coşar kendinden geçer. Kollarını ona doğru uzatarak içten gelen bir sesle:
- Senin ismini andıkça, senin resmine baktıkça, seni karşımda görünce damarlarında bir şeylerin kaynadığını duyuyorum.. ah! seni doya doya öpmek istiyorum! diye haykırır o zaman O da kollarını açar, “Öyle ise gel öp.” der. Ali koşar, boynuna atılır. Diğer çocuklar dururlar mı? “Biz de, biz de” diye bağrışarak koştular. Kucağına atıldılar. Öptüler, öptüler. Heyecandan, sevinçten herkes ağlar. Yaverler, Paşalar, Vali, hatta kendisi de.. Evet. Yaptığı harplerin heyecanı, kazandığı zaferlerin sevinci belki onu ağlatmamıştır. Fakat bir avuç Türk yavrusunun içten gelen coşkunluğu onu sarsmış, heyecanlandırmıştı. Gözlerine dolan yaşları zaptetmek için dudaklarını ısırdı. Sonra heyecandan, titreyen bir sesle yanındakilere dönerek: “İŞTE BENİM NESLİM, BUNLAR” dedi. Bu makale 1378 kez okundu Yükleniyor...
|