21 Kasım 2024 Perşembe
ŞEYH BEDRETTİNŞEYH BEDRETTİN
Hezâran şükr ü minnet ol Hudâ'ya
Salavatlar verelim Mustafa'ya
Eriştirdi bizi kutb-evliyaya
Bizim mürşidimiz Şeyh Bedreddin'dir.
....
Olup Mansur bu yolda verdi başın
Hudâ aşkına hiç çatmadı kaşın
Münafıklar atarlar ta'na taşın
Bizim mürşidimiz Şeyh Bedreddin'dir.
....
Ali gibi şehid oldu fenâda
Melekler ah eder cümle semada
Bugün bunda yarın yevm ül-cezada
Bizim mürşidimiz Şeyh Bedreddin'dir.
Hakîri
GİRİŞ
İçerisinde bulunduğumuz kaygan sosyal ve siyasal zeminden olsa gerek, tarihi olayların ve kişilerin subjektif olarak ele alınmasının olağan hale geldiğini görmekteyiz. Oysa sosyal bilim dallarında da bilimsel yöntemler uygulandığında objektif sonuçlara ulaşılabilir. Zaman zaman Hacı Bektaş-ı Veli, Şeyh Bedreddin ve Pir Sultan Abdal gibi tarihsel şahsiyetlerin gerçek yaşamlarının çarpıtıldığına tanık olmaktayız. Bu çarpıtma, ideolojik ve dinsel kaygılarla yapılmaktadır. Hacı Bektaş Veli, Şeyh Bedreddin gibi halkın gönlünde taht kurmuş ulu kişilerin yaşamöykülerini çarpıtmak ve onların menkabevi ve tarihsel yaşamlarını birbirine karıştırmak özellikle halk kitleleri nezdinde oldukça zararlı etkilere yol açmaktadır.
Özetlemeye çalıştığım bu nedenlerden dolayı, Şeyh Bedreddin ve onun hareketini, objektif olarak ele almaya çalışacağız. Şeyh Bedreddin hareketinin salt dinsel nedenlerden kaynaklanan bir hareket olmadığını, ortaçağdaki halk hareketlerinin genel karakterine uygun olarak, dinsel perde altında, sosyo - ekonomik bir hareket olduğunu ana hatlarıyla sergilemeyi amaçlıyoruz
Şeyh Bedreddin hareketi bu çalışmada, iki bölüm halinde ele alınmaya çalışılmıştır. Birinci bölümde, bu harekette etkili olan dinsel, sosyo-ekonomik, siyasal ve dinsel etkenler ele alınmaya çalışılmıştır. İkinci bölümde ise Şeyh Bedreddin’in yaşam öyküsü ve Şeyh Bedreddin ile propagandacılarının görüşleri,Şeyh Bedreddin ve yandaşları hakkındaki fetvalar ele alınacaktır. Sonuç bölümünde genel bir değerlendirme yapılarak çalışma sonlandırılacaktır.
Bu vesileyle çalışmalarımda beni her zaman destekleyen ve yol gösteren değerli hocalarım Prof. Dr. Toktamış Ateş ve Prof. Dr. Murat Özyüksel'e teşekkürü bir borç bilirim.
Ali Yaman
Kocasinan, 1997
I.BÖLÜM
ŞEYH BEDREDDİN HAREKETİNİN TEMELLERİ
A- ŞEYH BEDREDDİN HAREKETİNİN DİNSEL TEMELLERİ:
Şeyh Bedreddin hareketini anlayabilmek, ancak bu hareketin dayandığı dinsel ve sosyo - ekonomik temelleri görmek suretiyle mümkün olabilir. Biz burada öncelikle dinsel temeller üzerinde duracağız.
Şeyh Bedreddin hareketinin, büyük ölçüde heteredoks kitlelere dayandığı açıktır. Bu nedenle önce kısaca Türk-İslam heterodoksisinin Anadolu’daki oluşumuna ve bu heterodoks kitlelerin Anadolu’ya göçleri ve bu göçler sonrası bu kitlelerin merkezi idareye karşı ortaya koyduğu ilk hareket olan Babailer Ayaklanmasına (1240) dikkat etmek gerekmektedir. Çünkü Şeyh Bedreddin hareketinin, farklı yönleri olmakla birlikte, Babailer isyanı ile bağlantılı olduğunu bilmekteyiz.
X.yüzyıl sonlarıyla birlikte sufilik, dinsel yaşamın ve düşüncenin farklı bir yolu haline geldi , XI. yüzyılda hızla yayıldı. Horasan ve çevresinde bulunan türkmen grupları da islamlaşma ile birlikte islamın ılımlı bu akımının etkisinde kaldılar. Deyim yerindeyse bu soft islam, yoğun popülaritesinden dolayı İslami ortodoksi yani ulemanın şiddetli tepkisini çekti. Horasan'daki Sufi hareketi Melametilik, Hallac ve Batıni yorum olmak üzere üç önemli etkiye maruz kaldı.(1) Anadolu’da Türk-İslam heterodok-sisinin oluşumunu anlayabilmek için Anadolu’ya göçler konusuna kısaca değinmek gerekir. Anadolu’ya ilk büyük göç dalgası Malazgirt Savaşı (1071) sonrası, ikinci ve daha büyük bir göç dalgası ise Moğol İstilası sonrasında gerçekleşmişti. Bu göç hareketinin önünde ise savaşçı-kolonizatör dervişler bulunmaktaydı. Bu dervişler Anadolu’da ve Balkanlardaki iskan ve kolonizasyonun gerçekleşmesinde öncü rol oynadılar.(2)
Türkistan, Harzem, Horasan, Azerbaycan, Suriye ve Irak gibi değişik muhitlerden gerek fetihlerle birlikte gerekse fetihlerin sonraki göçlerle Anadolu’ya gelen dervişler değişik dinsel mezhep ve tarikatlere mensuptular. Şüphesiz XI. yüzyıldan itibaren Anadolu’da yaşanan gelişmelerin - sosyo - kültürel ve dinsel çeşitlilik, sosyo - ekonomik ve siyasal istikrarsızlık gibi unsurların da bu dinsel akımların faaliyetlerini kolaylaştırdığı söylenebilir. Özellikle, köylerde yaşayanlar ve göçebe kitleler heterodoks tasavvuf akımlarına mensup şeyh ve dervişlere ve onların tekke/zaviyelerine büyük ilgi gösteriyorlardı.(3)
Göçebe/yarı göçebe kitlelere uygun gelmeyen ehli sünnet akidelerinin ön planda olduğu görüşler yayan şeyhler ve mutasavvıflar daha çok şehirlerde ve gelişmiş muhitlerde faaliyet gösteriyor, göçebe/yarı göçebe kitleler arasında pek rağbet görmüyorlardı. Bu kitleler arasında daha çok heterodoks tasavvuf akımlarına mensup dervişler etkiliydiler. Çünkü onlar bu kitlelere çok daha uygun gelen basit, anlaşılır, senkretist düşünceleri yaymaktaydılar.
İslam’ın göçebe/yarı göçebe Türkmenler arasında daha çok tasavvuf ve heterodoks tarikatler aracılıyla benimsenmesinden de anlaşılacağı üzere, İslam’ın yüzeysel ve esnek bir yorumunu yayan bu akımların ne kadar yaygın oldukları tahmin olunabilir. Bu akımların temsilcileri olan eski Türk şaman (kam, baksı) larını andıran babalar ve dervişler bu kitlelere oldukça uygun gelen eski inançlarla da bağlantılı bir islam yorumu sunuyorlardı. Bu yorumu yayan babalar ve dervişler sünni şeyh ve mutasavvıflarca şiddetle eleştiriliyordu. Örneğin, bu şeyhlerin zikir törenlerine erkeklerin yanısıra kadınların da katılması ortodoks sufi ve ilahiyatçıların büyük tepkisini çekmekteydi.. Halbuki bu zikir törenlerine kadınların da katılması ve bu törenlerde vecd halinde sergilenen rakslar İslam öncesi inançların İslami şekil altında devamından başka bir şey değillerdi(4)
Şüphesiz Anadolu’ya göçler sonrası yerli halkın müslüman olmasında ön planda yine heterodoks şeyh ve dervişler vardı. Bu heterodoks babalar kurdukları zaviyeler aracılığıyla, esnek islam yorumlarını Anadolu ve Balkanlar'daki yerli dinsel ve kültürel unsurlarla da besleyerek, Anadolu ve Balkanlardaki yerli halklara sunuyor, onları yeni idareye ve ahaliye ısındırıyorlardı.(5)
XIII. yüzyıl başlarından itibaren Anadolu’nun her yanına yayılmış bulunan ve devletin nüfuzundaki şehirlerin ve gelişmiş çevrelerin dışındaki köylerde ve göçebe aşiretler arasında çok uygun bir faaliyet ortamı bulan bu Türkmen babalarının, Yesevilik, Kalendirilik ve Haydarilik gibi heterooks tarikatlere mensup bulundukalrını biliyoruz. Senkretist (bağdaşımcı) düşünceleri yayan bu babalar, propagandalarda bulundukları sosyal açıdan şehir halkına ve düzenine oldukça yabancılaşmış çevrelerde zaman zaman siyasal propagandalarda da bulunmaktaydılar. Anadolu’da bunun en ünlü ve etkili olmuş bir örneği olarak, bu heterodoks babalardan Vefai tarikatına mensup Baba İlyas önderliğinde“mehdici” bir nitelik taşıyan Babai Ayaklanması (1240), bu babaların ve propagandalarda bulundukları kitlelerin güçlerini göstermek bakımından oldukça dikkat çekicidir. Ekonomik ve siyasal ortamın elverişli olmasının yanısıra, kendisine yabancılaşmış bir yönetime (Anadolu Selçuklu Devleti’ne) nefret duygusundan da kaynaklanan bu hareket güçlükle bastırılabilmiş, ancak sonuçta merkezi yönetimin gücü de tükenmiştir. Bu tükenmişlik, 1243’te Moğollar’ın Anadolu’ya saldırmalarına olanak sağlamış ve Anadolu Moğol egemenliğine girmiştir. Şeyh Bedreddin hareketi de sosyal/dinsel ideolojisi bakımından, benzeri nitelikte bir hareket olmuş ve Babailer ayaklanması ile birçok ortak yanları taşımıştır.(6)
Ocak’ın belirttiği bu benzer yönler şunlardır:(7)
1- Her iki hareketin lideri de sufi’dir.
2- Her iki hareket de “mehdici” bir ideolojiyi kullanır.
3- Her iki hareket de dervişlerden oluşan bir kadro tarafından yönlendirilmiş, hareketi bu dervişler ve müritleri yaratmıştır.
4- Her iki hareketin de nihai hedefi siyasidir.
Ayrıca Şeyh Bedreddin’in kendisine karargah olarak seçtiği Dobruca ve Deliorman bölgesinin, Babailer ayaklanmasının da hareket alanları olduğu gözönüne alınırsa, bu iki hareket arasındaki sıkı ilişki daha iyi anlaşılabilir.(8)
Özetlemeğe çalıştığımız üzere Anadolu ve Rumeli’de, Şeyh Bedreddin ve propagandacı dervişlerinin faaliyetlerine ve dinsel eğilimlerine uygun kitleler bulunmaktaydı. O dönemde Anadolu’daki siyasal ve sosyo-ekonomik ortam da halkı, tahrike müsait kılıyordu. Senkretist inançların etkisi altında bulunan bu göçebe / yarı göçebe heterodoks kitleler, sözlü geleneğe dayalı bir halk islamı oluşturmaktaydılar. Bu konuda Hilmi Ziya Ülken şu bilgileri sunuyor:(9)
“Tasavvuf bir noktada şiiliğe, imamiliğe yaklaşır. Mutasavvıfa büyük itimat, O’nun (insan-ı kamil) ve (Gavs-ı azam) olmasındandır. İşte, tasavvuf sisteminin tarihte çok kere heterodoxe isyanlar ve ihtilaller doğurması bundan ileri gelir. Selçukiler zamanında Babai İsyanı, Bedreddin hareketi, Kanuni devrinde Kalender Sultan hareketi ve yakın zamana kadar bir çok hareketler bu münasebetle zikredilebilir.”
Görüldüğü üzere heterodoks kitleler, sosyo-ekonomik yapıları gereği muhalif karakterleri baskın ve tahrike müsait durumdaydılar. Babailer ayaklanmasından başlamak üzere Anadolu’da irili ufaklı yüzlerce toplumsal harekete neden olanlar şüphesiz bu heterodoks kitlelerdir. Ancak burada Anadolu'daki bütün isyanların bu kitlelerce gerçekleştirildiğini söylemek de istemiyoruz. Siyasal ve sosyo-ekonomik nedenlerle Anadolu'da farklı etnik gruplara ve inançlara mensup insanların katıldığı birçok isyan hareketi gerçekleşmiştir.
Anadolu ve Rumeli’deki heterodoks kitlelerin Şeyh Bedreddin hareketindeki rollerinde gayrimüslimlerin rolünü de ihmal etmemek gerekir. Bizanslı tarihçi Dukas’ın verdiği bilgiye göre, Şeyh Bedreddin’in baş müridlerinden Börklüce Mustafa, hıristiyan din adamlarıyla işbirliği yapar, müslüman halka, kendileriyle aynı Tanrı’ya tapan hıristiyanlara karşı iyi davranmaları için öğütler verirdi. Börklüce ve adamları hıristiyanlara dostça muamelelerde bulunuyorlar, Dukas’ın deyimiyle, Cenabı Hak tarafından gönderilmiş gibi hürmet ediyorlardı. Sürekli Sakız Adası idarecileri ve din adamlarına, propagandacıları aracılığıyla, hıristiyanlık kurallarıyla da anlaşmayan kimselerin kesin olarak kurtuluş imkanlarına sahip olamayacaklarını onlara bildiriyordu.(10) Kaldı ki Şeyh Bedreddin idam edilmeden önce özel mülkiyeti kaldırmak, dinler arasında eşitliği savunmak suçlarıyla (!) da itham edilmişti. Bedreddin ve propagandacılarının yaydığı bu diğer dinleri ve mensuplarını da kapsayıcı görüşleri, bu kitlelerin de Bedreddin hareketinin içerisinde yer almalarını sağlamıştır.
B- ŞEYH BEDREDDİN HAREKETİNİN SİYASAL VE SOSYO-EKONOMİK TEMELLERİ:
Bilindiği üzere, Timur ve Osmanlı orduları arasında meydana gelen Ankara Savaşı (1402) sonrasında Anadolu’ya siyasal istikrarsızlıkların ve sosyo-ekonomik rahatsızlıkların hakim olduğunu görüyoruz. Bu kriz dönemi, Fetret Dönemi (1402-1413) olarak adlandırılmaktadır.
Öncelikle Ankara Savaşı ve öncesinde yaşananlara kısaca değinmek gerekir. Bu savaş öncesi dönemde Timur ile Osmanlı hükümdarı Yıldırım Bayezid (Bayezid I)’in arası açık durumdaydı. Anlaşmazlık bu iki devlet arasındaki güç ve nüfuz mücadelesine dayanmaktaydı. Bu anlaşmazlığın yansıdığı örnek olayları Timur’un Yıldırım Bayezid’e yazdığı mektuptan anlayabilirz. Timur 13 Mart 1402’de yolladığı mektubunda, kendisine bağlı Erzincan (Kemah) Emiri Matahherten’e ait olan yerlerin haksız yere işgal edildiğini, kendisine bağlı diğer
Anadolu Emirlerinin (Yelman, Circiz ve Hacı Paşa) egemenlik bölgelerine müdahale edilmemesini, buna karşılık kendisinin de Sivas, Elbistan ve Malatya gibi yerlere müdahale etmeyeceğini belirtiyordu. Ayrıca Ahmed Celayir(11) ve Kara Yusuf (12) gibi sultanların Yıldırım tarafından korunmasını da istiyordu. Yıldırım’ın bu taleplere olumsuz yanıtı ve sonrasında, Timur orduları önünden kaçan Ahmed Celayir’in Osmanlı ülkesine sığınması bardağı taşıran son damla olmuştu. Bu gelişmeler sonucunda Timur'un ordusu ile Osmanlı ordusu Çubuk Ovası’nda karşılaşmış; Osmanlı ordusu yenilmiş ve Yıldırım esir alınmıştı.(13)
Ankara Savaşı sonrasında Timur, Yıldırım’ın oğulları Süleyman, İsa, Mehmed ve Musa Çelebilere kendi hakimiyeti altında, Rumeli, Balıkesir, Bursa, Amasya, Tokat, Sivas ve çevresi hükümdarlıklarını vermiş ve diğer birçok beylikleri ise yeniden canlandırmış idi .(14)
Timur’un Anadolu’dan ayrılması sonrasında Yıldırım’ın oğulları arasında şiddetli bir iktidar mücadelesi başgösterdi. Bu sırada Osmanlı ülkesi hemen hemen Murad I. dönemi başlarındaki sınırlarına çekilmiş, ancak Uc beyleri sayesinde bütünlüğünü koruyan Rumeli, Osmanlı İmparatorluğu’nun ağırlık merkezi durumuna gelmişti(15).
Wittek’in deyişiyle, başkent "Ulema kenti", Bursa’dan "Gaziler kenti " Edirne’ye taşınmıştı.
Kardeşler karasındaki mücadelede ilk olarak Mehmed Çelebi ile Musa Çelebi anlaşarak Bursa’da bulanan İsa Çelebi’yi ortadan kaldırdılar. Sonra Musa Çelebi ile Mehmet Çelebi anlaştılar ve Musa Çelebi Süleyman Çelebi’yi yenerek Edirne’ye girdi. Ancak kardeşi ile yaptığı anlaşmaya aykırı olarak Edirne’de padişahlığını ilan etti. Bunun üzerine Mehmet Çelebi ile Musa Çelebi arasında savaş başladı.(16)
Musa Çelebi Edirne’de padişahlığını ilan ettikten sonra, Uc beyi Mihaloğlu’nu Rumeli Beylerbeyi, ve Uc’da yetişmiş büyük fıkıh bilgini Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin’i Kazasker yaparak gazi ağırlıklı bir devlet idaresi kurdu.
Böylece Uc beyleri her zamandan daha güçlü bir şekilde Osmanlı devletinin kaderini belirleyebilecek bir konuma geldiler.
Stanford Shaw’ın da belirttiği gibi fetret dönemi iç politikası oldukça karmaşıktı. Mücadele, gazilik geleneği ile merkezi unsurlar - ki bunlar, Selçukluların ileri islam kuruluşlarını isteyen Türkmen beyleri, kapıkulları ve hıristiyan danışmanlar olarak özetlenebilir - arasındaki iktidar mücadelesinden doğmaktaydı. Yıldırım’ın oğulları da birbirleriyle olan mücadelelerini sözü edilen bu gruplara dayanmak suretiyle yürütmüşlerdi. Bu gruplar çıkarları doğrultusunda destek verdikleri güç odaklarını değiştirebilmekteydiler.(17)
Musa Çelebi’nin sınır unsurlarına ya da gazi geleneğine dayalı bir yönetsel yapı kurduğundan söz etmiştik. Ancak, kısa zaman sonra Musa Çelebi bu tavrını değiştirdi. Uc beylerinin (gazilerin) tımar ve ganimet yoluyla sağladıkları serveti kıskanarak, kapıkulları kurumunu canlandırdı ve mevki ve tımarları onlara verdi. Gazilerin akınlarını durdurmalarını emretti. Bu şekilde tımarların gazilerden alınması, bunların Musa Çelebi’den desteklerini çekmeleriyle sonuçlandı.(18)
Musa Çelebi’nin bu şekilde önemli bir güç kaybına uğraması, Mehmed Çelebi karşısında yenilmesini sağlayan önemli unsurlardandı.(19) Bu şekilde Mehmed Çelebi kardeşi Musa Çelebi’yi yendikten sonra, Beylerbeyi Mihaloğlu Mehmed Bey’i Tokat’a göndererek hapsettirdi ve Kazasker Şeyh Bedreddin’i ilim ve fazlına hürmeten İznik kalesine gönderip, aylık vermek suretiyle burada gözhapsinde bulundurulması için ferman buyurdu .(20)
Yukarda özetlemeğe çalıştığım siyasal ortamda sosyo-ekonomik yapı bizim açımızdan ayrı bir önem taşımaktadır. Şeyh Bedreddin hareketi ancak bu sosyo-ekonomik yapı anlaşılmak suretiyle ele alınabilir. O dönemin sosyo-ekonomik yapısından dolayı halk kitleleri idareye karşı tahrike müsait durumdaydı ve bu nedenle sık sık devlet karşıtı toplumsal hareketler meydana gelmekteydi.
Ankara Savaşını izleyen Fetret Dönemi (1402-1413) sırasında, Anadolu ve Rumeli büyük bir ekonomik buhran içerisinde bulunmaktaydı. Bu ekonomik buhranın birbiriyle bağlantılı unsurlarını şu şekilde sıralayabiliriz:
1- Yoğun İşsizlik,
2- Akınların durmasının yol açtığı ekonomik sıkıntı,
3- Nüfus baskısı.
Timur ordusu’nun Anadolu’yu yağma ve tahribine, taht kavgalarının yolaçtığı iç çatışmalarda eklenince fetihler tümüyle durmuş ve bu nedenle devletin gelirleri tükenmişti. Bu siyasal kargaşa ortamından yararlanan eşkiyalar da zaman zaman halka saldırıyorlardı. Bu savaşların ve taht mücadelelerinin egemen olduğu istikrarsız ortamın yol açtığı büyük göç hareketleri ve bu sırada girişilen yağma ve eşkiyalık hareketleri de toplumsal alanda huzursuzluklar yaratmıştır.(21) Dönemin siyasal karışıklıkları, siyasal otorite boşluğuna yol açmış, göçmen ailelerin yerleştirilmesi, bekarlara iş bulunabilmesi gibi sorunlarla uğraşılması olanaklı olmamıştır.(22) Ege bölgesinde denizciliğin sekteye uğraması da yoğun işsizliğe yol açmıştı. Ayrıca Anadolu’daki kargaşa nedeniyle Rumeli’ye yığılan akıncılar da ayrı bir huzursuzluk ve muhalefet kaynağıydılar.(23)
Ayrıca Mehmet Çelebi’nin iktidarı elde etmesi sonrasında, merkezi iktidarın yeniden kurulup, iki başlı bir aristokrasinin oluşmaya başlaması, halk üzerindeki ekonomik ve mali baskıyı artırmaktaydı.(24)
Akdağ’ın da belirttiği gibi, gerek Rumeli’deki akıncılar, gerek medrese öğrencileri ile Egedeki işsiz bekarların Şeyh ve adamları çevresinde toplanıvermeleri, hareketin önderine mehdi veya peygamber gözüyle bakacak kadar bağlı mürit olmalarından değil, içinde bulundukları zor şartlardan kaynaklanmaktaydı.(25) Şeyh Bedreddin’in ideolojisi içinde bulunulan sosyal bunalımı karşılayacak şekilde geliştirilmişti. Öte yandan, toprakların, mülkiyetin ortak kullanımı şeklinde bir düzen vaad ederek, bu işsizlik ve kargaşalıktan bunalmış kitlelere eşitlikçi bir düzen kurmayı vaad ederek, onlara çözüm yolları gösteriyor, kendi yanında yer almaya davet ediyordu.(26)
II. BÖLÜM
ŞEYH BEDREDDİN VE GÖRÜŞLERİ
A- ŞEYH BEDREDDİN’İN YAŞAM ÖYKÜSÜ :
Şeyh Bedreddin, kaynaklarda, Bedreddin Mahmud, Bedreddin Mahmud bin Kadı-i Simavna, Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin, Bedreddin Simavi gibi adlarda gibi adlarla yer almaktadır. Bedreddin’in babası aynı zamanda Simavna Kadısı olan İsrail’dir Bu nedenle Simavna Kadısıoğlu diye de anılmıştır. Annesi ise Simavna tekfuru’nun kızıydı ve sonradan müslüman olarak Melek Hatun adını almıştı. Kaynaklara göre Bedreddin’in XIII. yüzyılın ikinci yarısı sonrasında (1358 veya 1365) Edirne kırındaki Simavna Kalesi’nde doğmuş olduğu anlaşılıyor.(27) Daha sonraları zamanın seçkin din bilginleri arasında yerini alacak olan Bedreddin oldukça iyi bir eğitim gördü. İlk eğitimini Edirne’de kadı olan babası İsrail, Mevlana Şahidi ve Mevlana Yusuf’tan aldı. Mevlana Yusuf’un ölümü üzerine önce Bursa’da, sonra Konya’da müderris Mevlana Feyzullah gibi zamanın ünlü alimlerinden fıkıh, mantık ve astronomi eğitimi gördü. Mevlana Feyzullah’ın ölümü üzerine Mısır’ın Kahire şehrine giderek (1383) Seyyid Şerif Curcani ile birlikte, müderris Mübarekşah Mantıki (Ölm. 1413) nin mantık, felsefe ve ilahiyat derslerine devam etti. Bu arada Mübarekşah ile birlikte Hacca giderek dört ay kadar, Şeyh Zili ve onun bilginlerinden dersler aldı. Sonra yeniden Kahire’ye dönerek, ünlü bilgin Seyyid Şerif Curcani, Hekim Hacı Paşa ve Şair Ahmedi ile birlikte Şeyh Ekmeleddin Babarti’nin medresesinde onun derslerini izledi. Aynı zamanda Mısır’da Memluk Sultanı Berkuk’un oğlu Ferec’e de ders verdi. Bu sırada Bedreddin, Sultan Berkuk’un armağan ettiği bir Habeşli cariye ile evlendi ve bir oğlu oldu. Yine burada Şeyh Hüseyin Ahlati’ye intisap etti, bu şeyh ile dostluğu ona tasavvufa yöneltti. Şeyh Hüseyin Ahlati’nin emri ile Tebriz’e gidip o sırada Timur’un ulema arasında yaptırdığı toplantılara katıldı ve bu toplantılarda büyük başarı sağladı, ünü her tarafa yayıldı. Burada altı ay şeyhlik ettikten sonra 1405’te Halep’e, Konya’ya ve oradan Tire’ye gitti. O sırada Sakız Adası’nın hıristiyan hakiminin daveti üzerine Sakız Adasına gitti ve hakim müslüman olarak, Bedreddin’in müridi oldu. Daha sonra Aydın ve İzmir üzerinden Edirne’ye dönerek, anne babasına kavuştu. Edirne’de bir süre sakin bir yaşam sürdükten sonra, yeniden Batı Anadolu gezisine çıktı. Ankara Savaşı (1402) yenilgisi sonrası Yıldırım’ın oğullarının taht mücadeleleri sırasında Edirne’de hükümdarlığını ilan eden (1411) Musa Çelebi tarafından kazaskerliğe getirildi. Üç yıla yakın bu görevde kalan Şeyh Bedreddin bu sırada adamlarının önemli görevlere gelmelerini sağladı. Yıldırım’ın diğer oğlu Çelebi Mehmed’in diğer kardeşlerini yenerek saltanatı elde etmesi Musa Çelebi’nin de bu sırada öldürülmesi üzerine Şeyh Bedreddin bin akçe maaşla İznik’e sürgün edildi (1413). Burada oturması zorunlu kılınarak, göz hapsine alındı. Tüm bu önlemlere karşın sosyo-ekonomik durumun da uygun oluşu, Şeyh Bedreddin’in propagandasına müsait bir ortam sağlıyordu.(28) Resmi Osmanlı tarihçisi Hoca Sadettin Efendi Tacü't Tevarih aldı eserinde Şeyh Bedreddin'in çevresindeki insanların artışını şöyle anlatıyordu: Şeyhi sevenler sayılmayacak kadar çoğaldı. Otağıysa O'nun gence yaşlıya durak oldu.(29) Bedreddin’in baş halifelerinden Börklüce Mustafa Aydın, Torlak Kemal ise Manisa dolaylarında ayaklanınca (1416), Şeyh, İznik’ten ayrıldı. İsfendiyaroğullarına sığındı, sonra Sinop üzerinden Kırım’a geçti. Kırım’dan Eflak Beyi Mircea’nın yanına gitti. Bu bey ile dostlukları Bedreddin’in kazaskerliği dönemine rastlamaktaydı. Mircea’nın da sağladığı hareket serbestisi nedeniyle Silistre dolaylarında örgütlenmeye yandaşlarını artırmaya başladı. Az zamanda çevresinde dervişler, tımarlı sipahiler, medrese öğrencileri, tavcılar (akıncılar) ve devlet ricalinden oluşan önemli bir yandaş kitlesi toplandı. Karaburun taraflarında Börklüce Mustafa'nın yanında yaklaşık beşbin kişi yandaşı vardı. İsyan burada başladı ve ilk başlarda başarılı oldu Dede Sultan olarak anılan Börklüce Mustafa'nın üzerine gönderilen İzmir Sancak Beyi Aleksandır'ın ve ardından gönderilen Saruhan Sancak Beyi Timurtaş Paşazade Ali Bey'in bozgunu uğraması üzerine Çelebi Mehmed Veziri Azam ve Beylerbeyi Beyazıd Paşa ile oğlu şehzade Murad'ı büyük bir kuvvetle Börklüce Mustafa ve tarafları üzerine gönderdi. Börklüce ve tarafları teslim olup, çoğu Börklücenin gözleri önünde çok sert bir şekilde katledildi. Bunlar ölürken "yetiş Dede Sultan" diye bağırıyorlardı Dede Sultan yani Börklüce Mustafa ise elleri tahtaya bağlanmış olana bir deve üzerinde şehirde teşhir edildikten sonra katledildi. Manisa taraflarında ayaklanan Torlak Kemal'ın çevresinde de yaklaşık üç bin kişi bulunmaktaydı. Börklüce isyanının bastırılması sonucunda Torlak Kemal hareketi de kanlı bir şekilde Beyazıd Paşa tarafından bastırıldı. Bu olay halk arasında derin izler bırakarak şu ağıdın yakılmasına neden olmuştur:(30)
Aydın ellerinde ceran gezerdi,
Analar al yeşil tuğra bezerdi,
Bacılar tuğraya sedef dizerdi,
Sedef'in üstüne ayet yazardı,
İriş pirim iriş, gör ki olanı,
Kurtar muhanetten elde kalanı,
Başparmak üstünden bir bulut ağdı,
Bulut değildi bir koca dağdı,
Alazlanıp gelen billah çarağdı
Irahmet çekildi, ok, cıda yağdı,
İriş koç yiğidim uğrular geldi,
Uğrunun soluğu bağrımı deldi...
Kılış üşüşürdü, beyi, sultanı,
Atını koşturdu veziri, hanı,
Biz de helal ettik bu kuşça canı,
And verdik yoluna, dökeriz kanı,
İriş Dede Sultan, kavgaya iriş,
İmdi can günüdür, gazaya giriş...
Aydın'da Ortaklar, Karaburun'da,
Kılıç ceran oldu, oynuyor kında,
Bir elim harmanda, bir elim kanda,
Kenara kurarız biz de yakında,
İriş koç yiğidim er meydanına,
Sultanın ettiğin koma yanına...
Sultanoğlu, leşkerine başvurdu,
Buyruğunu dört bir yana duyurdu,
Kılıç çaldı, ana, bebe savurdu,
Yalım esti her yanları kavurdu,
Vur yoldaş vuralım, kavga günüdür,
Ahırı evveli, gine ölümlüdür...
Sultana paşadan muştu salındı,
Leşker ortasında ziller çalındı,
Dedemin başına ferman kılındı,
Bir seher vaktiydi kaddi alındı,
Sesimi banlasam varabilmez.
Gayri benim yüzüm gülebilmez.
Böylece Anadolu’da Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal isyanları başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Kimi kaynaklara göre Şeyh Bedreddin, onların, onların kendisinden habersiz hareket ettikleri için başarısız olduklarını ileri sürdü. Çelebi Mehmed’in Rumeli’ye geçtiğini haber alınca Deliorman’a (Ağaç Denizi)(31) gitti. Burada yakalanarak Serez’e götürülerek, ulemadan oluşan bir mahkemede yargılandı. Yargılama sonunda Mevlana Haydar Acemi’nin verdiği ‘malı haram, kanı helal “ yollu bir fetva üzerine, Serez’de asıldı (1420).(32) Asılma olayını B.N.Kaygusuz eski kaynaklara dayanarak şu şekilde anlatıyor: Fetva sonrasında, Serez çarşısı içinde bir idam sehpası hazırlandı. Yakınında bir nalbant dükkanı vardı. Ogün gök solgundu. Serez halkı Bedreddin'in asılacağını öğrenmiş, kasabayı matem havası kaplamıştı. Bedreddin zindandan çıkarılarak idam olunacağı yere getirildi. Şeyhin elbisesini çıkarmışlar mübarek vücudunu üryan ve perişan halde bırakmışlardı...Müritleri biraz uzakta duruyorlar, yaşlı gözlerle şeyhlerini izliyorlardı.Dervişle- rinden Mecnun'u yanına çağırarak vasiyette bulundu. Sonra müritlerine doğru baktı. Yüzünde ulvi bir tebessüm belirerek, deve yününden dokunmuş ipi cellada uzattı. Bu ip mutlaka tığ-i bend olacak. Tığ-i bend Bektaşiliğe girenlerde bulunur. Vefa ve teslimiyet alameti sayılır. Zamanında İmam Muhammed Bakır'ı şehid etmek için münafıklarca hazırlanmışken, Ehli beyt'in yoluna baş koymuş biri, Şah-ı Velayet'in torunu yerine kendi boynuna takıp bu dünyadan göçmüştür. İşte Şeyh Bedrddin'i bu tığ-i bend ile idam ettiler. Ve orada bulunanlar parlayan bir alevin söndüğünü şaşkın bakışlarla izlediler.(33)
Şeyh Bedreddin'in bedeni bir gece darağacında kaldıktan sonra, kuşluk vaktinde alınıp ,vasiyeti üzere yıkanarak müritlerince satın alınan nalbant dükkanına defnedildi. Defnedildiği yere onu astıran Çelebi Sultan Mehmed'in de engel olamadığı büyük bir türbe yaptırdılar.Şeyh'in mezarı Rumeli'nin istilasına kadar büyük bir ziyaretgah idi. Bu bölgenin Türkiye toprakları dışında kalması sırasındaki göç esnasında Serezli Ferid Bey ve arkadaşlarınca 1924'te kemikleri İstanbul'a getirildi.(34) 1961'de ise Sultan Mahmut Türbesi'ne gömüldü.
Şeyh Bedreddin'in torunu Hafız Halil, dedesini yargılayıp, idama mahkum edenleri şöyle nitelendiriyordu:
Geldiler divana ashab-ı nifak
Katl için itdiler anda ittifak
Şeyh Bedreddin'in anısına Rumeli'de özellikle Deli orman bölgesinde büyük saygı gösterilir.Öldüğü kabul edilen günde, onun Serez'de asılmış olması anısına Üryanlar Semahı adı verilen bir semah dönülür.(35) Ayrıca yine Rumeli Alevileri arasında büyük nüfuza sahip Bedreddin Ocağı'nın varolması da Şeyh Bedreddin ve onun hareketinin bıraktığı etkiyi göstermek bakımından anlamlıdır.(36)
B- ŞEYH BEDREDDİN VE BAŞ HALİFELERİNİN GÖRÜŞLERİ:
Kısa yaşam öyküsünden de anlaşılacağı üzere Şeyh Bedreddin zamanının en büyük din bilginlerinin eğitiminden geçmişti. Aldığı iyi eğitimin doğal bir sonucu olarak, kendi döneminin en büyük fıkıh bilginlerinden bir oldu. Şüphesiz bu konumu ona büyük bir ün ve nüfuz sağlıyordu. Öyle ki Musa Çelebi’nin kazaskeri olmasına karşın Çelebi Mehmed ona zarar vermeye cesaret edememişti. Hatta Bedreddin’in yönetime karşı ayaklanması sonrasında dahi Çelebi Mehmed’in çekingen tutumu sürmüş, Bedreddin’le ilgili kararı ulemadan oluşan bir mahkemeye havale etmişti. Bu durum Şeyh Bedreddin’in sahib olduğu gücü açıkça göstermektedir. Şeyh Bedreddin’in düşüncelerinde Muhyiddin Arabi’nin etkilerini görebiliriz. Şeyh Bedreddin, Vahdet-i Vücud (varlığın birliği) düşüncesinin yerine vahdet-i mevcut düşüncesini savunmuştur. Doğa ve tanrı ona göre aynı şeydir. İbadetin yapılış şekilleri üzerinde durmak gereksizdir, çünkü ahiret yönünden hepsi aynı yola çıkar görüşünü savunur Bedreddin. Bedreddin’e göre, insan mazhar-ı kamildir, yani mutlak varlık, en tam ve en mükemmel tecellisini insanda bulur.(37) Mizancı Murad Bey, Şeyh’in Börklüce Mustafa aracılığıyla şu görüşleri yaydığını belirtiyor: “Allah dünyayı yaratmış, insanlara bahşetmiştir. Servet ve tarım ürünleri cümlenin müşterek hakkıdır. İnsanlar müsavidir. Birinin servet toplamalarıyla diğerlerinin ekmeğe bile muhtaç kalmaları ilahi maksada aykırıdır. Yalnız, nikahlı kadınlardan başka dünyada herşey müşterek olmalı. Tanrı, kanunlar vaz’etmiş. Anlardan istifade için de akıl ve iz’an vermiştir. Kendi aklının muhiti dairesinde herkes ilahi emirleri kabul eder. Birinin muhiti, i’tikadı diğerininkine benzememek iddiasıyle üzerinde cebir kullanılması, ilahi emirlere ve maktadlarına aykırıdır. Çünkü, fikir ve vicdan bir ahenk-i tabiat mühsulüdür. Cebrin tesirinden masündur. Bunu için islam, hıristiyan, musevi, mecusi hep Tanrı kuludur, birdir, kardaştır. Aralarında muhabbet ve uhuvvet şarttır. İhtilat ve muhabbetleri sayesinde hak, batıla galebe eder. Hükümet ise zülm ve tagallüb mahsulüdür. Anın tecavüzlerini hoş görmek, Tanrının maksadına uygun olmayan emirlerine itaat etmek caiz değildir. İdari hey’et, zaman-ı saadet’te olduğu gibi millet tarafından seçilmelidir. Saray, saltanat, muharebe, asker hep zulmdür. Tekkeler, dervişler, ulema O’nlar da zulm ve tagallüb eserleridir. herkes hürriyet-i tamme üzre fikir ve meslek-i zatide bulunmalı. Komşusunun meslek ve mezhebine hürmet etmeli...”(38) Şeyh Bedreddin’e göre cennet ve cehennem bu dünyadaki iyi ve kötü hareketlerin ruhlardaki acı veya tatlı görünümleri idi. İnsanı hakka doğru götüren herşey melek ve rahmandır ve aksine sürükleyen ve insanın damarlarında dolaşan şehvani güçler ise şeytandır. Bedreddin, ruh ve maddeyi aynı görmekle diğer mutasavvıflardan ayrılır. Mülkiyette ortaklığı savunmuştur ki, en çok tartışmalı ve üzerinde farklı spekülasyonların yapıldığı yönü budur. Bizans Tarihçisi Dukas bu konuda şu bilgileri sunuyor.(39) “O zamanlarda İyonyen körfezi medhalinde kain ve avam lisanında Stilaryon ( Karaburun) tesmiye edilen dağlık bir memlekette adi bir Türk köylüsü meydana çıktı. Stilaryon, Sakız Adası karşısında bulunmaktadır. Mezkur köylü Türklere vaiz ve nasihatlerde bulunuyor ve kadınlar müstesna olmak üzere erzak, elbise, hayvanat ve arazi gibi şeylerin kuffesinin umumun müşterek malı addedilmesini tavsiye ediyordu...” Şeyh Bedreddin Varidat'ında şu görüşleri savunuyordu: "İbadetin yapılış şekilleri üstünde durmak lüzumsuzdur, çünkü ahiret yönünden hepsi aynı yola çıkar... Oyun, eğlence ve güzel seslere Tanrı'ya kavuşmaya vesile olan bir şeyi haram görmek ve haram olduğunu söylemek helal olabilir mi? Şüphesiz, Anadolu insanının çoğunluğunun bu görüşlere eğilimli olduğu söylenebilir. Onların, sosyal çevreleri ve dinsel geçmişleri nedeniyle,dinsel kuralların biçim yani zahiri yönlerin üzerinde değil, batıni, içsel anlamların üzerinde durdukları bilinmektedir. Bugün de Anadolu Alevileri. biçimden çok, öze önem verirler. Şiirlerinden anlaşıldığı üzere Serez'de Bedreddin Dergahı'nda Şeyhlik makamında bulunmuş olan Vehbi Baba "Divan"'ında Şeyh Bedreddin'e şöyle hitab etmekteydi:(40)
Zat-ı Hak'dan bir nur doğdu
Doğdu da Siroz'a(41) kondu
Hak yolunda Şehid oldu
Şeyhim Sultan Bedreddin Hu
Simavna oldu avazı
Tarikat fethine gazi
Ehlullahı kıldı şazi
Şeyhim Sultan Bedreddin Hu
Derd-i ilahiden haste
Ledün ilmine şayeste
Tecelli nuruyla beste
Şeyhim Sultan Bedreddin Hu
Mahveyleyib kibr ü kini
İhya eyledi ol dini
Şeyhü'l-Ekber'in yakını
Şeyhim Sultan Bedreddin Hu
Enel-Hak darına Mansur
Huvel-Hak sırrına manzur
Visal-i yar ile mesrur
Şeyhim Sultan Bedreddin Hu
Keşf-i keramete kadir
Hakayık ilmine mahir
Varidatı olup zahir
Şeyhim Sultan Bedreddin Hu
Sırr-ı tevhiddir hep sözü
Şekden halas etdi bizi
Hakk'a tapşırmıştır özü
Şeyhim Sultan Bedreddin Hu
Dergahında Vehbi bende
İnayet mürüvvet sende
Şefaat ruz-ı mahşerde
Şeyhim Sultan Bedreddin Hu
C- ŞEYH BEDREDDİN HAKKINDA FETVALAR :
Kanuni Sultan Süleyman döneminde, Sofyalı Bali Efendi Şeyh Bedreddin hakkında padişaha sunduğu raporda şu görüşleri ileri sürmekteydi:(42)
"Dobruca ve Deliorman vilayeti halkı, Allah hepsine lanet eylesin, adı geçen Şeyh'ten el alıp (kendisine mürit olup), emrine itaat edip, kendisini örnek alıp ve can-ü gönülden kabul edip, her ne zaman ki bir yere gelip, toplanıp sohbet ettiklerinde, meclislerinde şarap ve dost, arkadaş, yaşlı, genç, kadın ve erkek bulunup, kendini beğenmiş bu dinsiz Şeyh içki'den sunar ve elinde kadeh, sarhoş olarak öğüt vermeğe başladığında, baş kaldırıp "Cennette şarap dedikleri şarap bu güzel ve kalbe ferahlık veren şaraptır.Ve Kevser dedikleri işte bu dünyadır ki, Hak sofrasıdır. tüm Tanrısal nimetler buradadır. Ahiret işleri, rüsum uleması'nın (taklitçi bilginlerin) anladıkları gibi değildir. Bunun, ata sözleri olduğundan habersizdirler." diye nice alaylı, anlamsız ve küfürlü sözler söyleyi, "Sanmayın ki gökyüzü (evren) yok olacaktır ve mülkün sahibi mülkünden dışarda olacaktır. O, insandadır. Her kim insanı bildi. Hakk'ı bildi. (Enel-Hak) Ben Hakk'ım!" deyince, o yolunu sapıtmış, dinden çıkmış müritlerin hepsi "Ene'l Hak!" deyip, o insafsız Şeyh'e secde edip "Benim Pir'im, benim Tanrı'm derviş-i çinde "Med Çanak, beri çanak" (?) olup, Şeriat'ın kapısını yıkıp, Ye'cüc ve Me'cüc gibi nice fitne ve fesada sebep olur, ne nice temiz, saf kalbli heva ehlinin inançlarının bozulmasına sebep olurlar."
Hicri onbirinci yüzyılda Şeyh Mahmud Hüdayi Efendi de padişaha yazdığı bir raporda, Şeyh Bedreddin olayına dair bilgi verdikten sonra şöyle diyordu:(43)
"Docalar demekle bilinen köylerde ve her zaman fesat çıkarmaktan geri kalmazlar. Ve Kızılbaş ile birdir. Önceden beri, aralarında işlem ve anlaşmaları vardır. Hatta orada sipahiler Kızılbaş seferi oldukta onlara emir verildikte kimisi timardan vazgeçmiştir ve kimisi mühürleyip gitmişlerdir. "Tımar hatırı için ere kılıç çekmeyiz" derler ve asla içlerinde Şeriat ve Sünnet eseri yoktur. Müslümanlardan bir adam öldürmek, kafir öldürmek kadarınca gaza bilirler, Rafızidirler. Fesat kaynağı ve fitne doğuran kimselerdir. Kalabalık taifedirler. Ve içinde yer yer şeyhleri adında şeytanları vardır. Daima bozgunculuk ve yoldan azdırmakla uğraşırlar. Ve yer yer ışık zaviyeleri vardır. Onlar'da haraptır. Ve bu taifeye Simavni derlermiş, Açıkça ve göz göre göre Çıhar'ı Yara (Halifelere) söverler. Işık taifesi ve onların fenalıklarını anlatmak zordur. Her zaman Kızılbaşlığın meydana çıkmasını ve yayılmasını temenni ederlerdi. Elhamdülillah aksi oldu ve hala hak ancalar olmaz, gene fırsat Şah'ındır derlermiş, Bu çeşit Rafızılerdir. Ve mülhid ve zındıktırlar. Fırsat esiridirler"
Hicri 1022/Miladi 1613 yılında, Sıvas Sancağı dahilindeki Kadı'lara gönderilmiş olan bir genelge oldukça dikkat çekicidir:(44)
"Sivas sancağında olan Kadılara hüküm ki; selahiyet çevrenizde Sımavni taifesinden bazı kimseler ilhad ve dalalet üzerine oldukları, şeriata aykırı nice hareketlerin sahibleri bulunmakla kızılbaşlığı benimseyip nice müslümanların dahi yoldan çıkmalarına sebeb oldukları öğrenilerek mesele şer'ile görülüp icra-i meşrü üzere meşhur ve mütearef olan kimseler ise meclis-i şer-i şerife ihzar edüp ona vechile hak üzere teftiş edip göresin; Şah tacın geyüp tariyk-ı şeriatdan beri olub müslümanları idlal idüp zararları muhakkaksa bize yazıp arzeyleyesin ; olmayanların şer'ile haklarında lazım geleni icra eyleyesiz; amma bu bahane ile kendi hallerinde olanı hilaf-ı şer' rencide itdürmekten ihtiraz eyleyesiz . 18 za (Zil-hıcce), 1022"
Şeyh Bedreddin hakkında Şeyhülislam Ebussuud Efendi'nin görüşü de şu şekildedir:(45)
Soru : Şeyh Bedreddin Simav ki "Varidat" sahibidir;
"Bedreddin yandaşlarına küfür ve lanet etmeyen kafirdir." diyen birisine şeriat bakımından ne yapmak gerekir?
Cevap:Diğer kafirler gibi Bedreddin yandaşı olanlar kafirdir, demek doğrudur. Ancak bunların adını anmayıp lanet etmeyen kendi halindeki Müslümanlar kafir olamaz.
Soru: Simavnalu taifesinden bir bölük insan şarap içip izinle birbirlerinin eşlerine tasarruf etseler, bunlara ne yapmak gerekir?
Cevap: Öldürülmeleri gerekir...
Soru: Bir kişi, "Kim Şeyh Bedreddin dervişlerini evine misafir alırsa onu azarlayıp ayrıca suç parası almak gerekir." dese bu uygulama dine uyar mı?
Cevap:Misafir olan kötü şöhretli Simavi(Şeyh Bedreddin) yandaşıysa uyar.
SONUÇ:
Şeyh Bedreddin hareketi, 14. yüzyılın başlarında Anadolu’da varolan sosyo ekonomik bunalımın doğal bir sonucu olarak görülebilir. Bu bunalım, Timur ordusunun Anadolu’yu tahrip etmesi sonrası ortaya çıkan iç çekişmelerin ve fetihlerin durmasından da kaynaklanan ekonomik buhrandan doğmaktaydı. Anadolu ve Balkanlar’da bulunan heterodoks kitlelerin sosyal-dinsel yapılarının da etkisi olmakla birlikte, hareket, esas dayanağını, belli sosyo - ekonomik çıkarlara dayanan gruplardan almaktaydı. Hareketin içerisinde gayri müslim kitleler de yer almaktaydı.
Ekonomik buhranın temelinde yoğun işsizlik, akınların durmasının yol açtığı sıkıntılar ve nüfus baskısı yatmaktaydı. Bu durum, halk hareketlerine müsait bir ortam sağlıyordu. Şeyhin ve propagandacılarının savunduğu görüşler bu toplumsal bunalıma uygun bir ortam sağlıyordu. Şeyh’in ve propagandacılarının savunduğu görüşler bu toplumsal bunalıma uygun olarak şekillenmişti. Şeyh ve baş propagandacıları, Torlak Hu Kemal ve Börklüce Mustafa, bu kitlelere çok uygun gelen senkretist ve eşitlikçi görüşleri yaymaktaydılar
VARİDATTAN SEÇME BÖLÜMLER
İbadetin Hikmeti
İbadet etmekten amaç, ezeli ve büyük varlığa gönüllerin yönelmesi ve kapılmasıdır.Yoksa dünya umuruna dalmış bir kalp ile bin sene namaz kılmış ve oruç tutmuş olsan, bundan dolayı hiçbir sevap ve mükafat kazanamazsın.
Boşuna Tapınmak
İnsanların bazısı bazısına, bir kısmı gümüş ve altına veya büyüklüğe, bir kısmı da yenilecek ve içilecek şeylere tapıyorlar da, Allah'a ibadet etmekte olduklarını sanıyorlar.
Mürşide İtaat
Hak isteklisi hastaya, kemal sağlığa, cehalet hastalığa, mürşid ise usta hekime benzer.
İnsan Olgun Bir Mazhardır.
Kuran'da "Tanrı bütün eşyanın isimlerini Ademe öğretti.Sonra meleklerden o isimleri sordu." buyurulmuştur. İnsana öğretilen ve onlarla muttasıf olması istenilen isimler İşitici, görücü, bilici ve bunun gibi Allahın kendi adlarıdır. Bu o demektir ki, Cenab-ı Hak ilim, kudret, işitme, görme, istek ve dilek ve emsali isimlerine tamamiyle mazhar olmak üzere melekleri değil insanı yaratmıştır. İnsanın asıl şerefi de o ilahi isimlere mazhar oluşudur. Ondan başka canlı ve cansız hiçbir mahluk böyle bir nailiyet görmemiştir...
Ben Allahım (Enel Hak) Denilebilir mi?
Ağacın "İnni enellahü",yani "Ben Allahım" demesi bir insanın bu sözü söylemesinde şaşılacak bir şey bulunmadığının kanıtıdır. Madem ki bütün alem Hakkın suretinden ibarettir. O halde her kim ve hangi şey "Ben O'yum." dese, yalan söylemiş olmaz. Çünkü buradaki (Ben) sözcüğü alemin bir parçası olan söylemek mazharını taşıyan şahsa değil, alem suretinin gerçek sahibi bulunan Hakka işarettir...
Ölmeden Evvel Ölmek
Resul-i Ekrem "Ölmezden önce öl." Demiş. Fakat hiçbir kimse kendi isteği ve kendi gücü ile ölmez. Bunun gerçekte daha başka anlamları vardır:
1-Ölmezden önce ölmek, dünyanın zevklerinden ve hayvani hırs ve şehvetlerden sakınmaktır. Onu yapabilen insan, Şüphesiz ki, hakiki varlık ile birleşir. Ve sonsuz hayat ile diri olur. Ancak insanlar dünyanın binbir türlü çekici ve aldatıcı zevkinden, çeşit çeşit yakıcı hırslarından ayrılmadıkları için buna gönül vermezler.Kendi benliğini ortadan
2-Ölmezden önce ölmenin bir anlamı da Allah'ın ahlakı ile bezenmektir.O aşamaya ulaşmış bir insan için hakikatte ölmek yoktur. Görünüşte ölse dahi, güzel sıfatları her zaman anılacağından gerçekte ölmemiş sayılır.
3-Kendi benliğini ortadan kaldırıp Tanrı'dan başka hiçbir şey mevcut görmemek, Allah yolunda yok ve onunla birlikte var olmak da önceden ölmektir. Kendisinin ayrı bir şahsiyeti olmayıp hak kaynaklarından bir pınar olduğunu bilen ve ikilikten sıyrılarak hakla bitişiveren bir kimse daima diridir. Çünkü onun gözünde ancak bir varlık kalmıştır. Bu varlığın yokluk ile sıfatlanması ise imkansızdır.
Tasavvufçu Ne Yapar ?
Sofi, geçmişi düşünüp eseflenmediği gibi, geleceği de asla gözönüne getirmez. Bütün zamanını yönelime, içini temizlemeye ve haline uygun şeyler düşünmeye harcar.
Tasavvufçu, hiçbir yol tutmaz. Bir türlü ibadet de bilmez. Onun için hepsi birdir. Her zaman Hakka uyar. Haktan başka hiçbir şeye bakmaz. Bazen gönül hoşluğu için halk ile uğraşırsa da, gerek o sırada, gerek diğer zamanlarda hep Hak ile meşgul olur. Her ne kadar şu iki çeşit uğraş arasında karşıtlık bulunursa da, bu ancak görünüştedir. Kısacası, Sofi zaman adamıdır
Yükleniyor...
|
|