İzmir de Ulaşım

İŞTE “HARAM“ ZADELER VE ÇOK EŞLİLİK

Son günlerde ‘’gündem(!)’’ haline gelen bir yaklaşım dikkatimi çekti. ‘’Çok eşlilik’’…

27 Mayıs 2011 Cuma 10:39

İŞTE “HAREM”ZADELER VE ÇOK EŞLİLİK (!)

İŞTE “HAREM”ZADELER VE ÇOK EŞLİLİK (!)

biat kültürü üretip, Kuran’ın ve tarihsel dialektik dairesindeki ‘’dine karşı dinin(tevhidin)’’ tam zıttı yönde konuşlanır.

Bu çerçeveden incelediğimizde, Musa’nın Bilge Kul ile yaşadığı süreç önem arz eder.

Bildiğiniz gibi, Firavun’a karşı koyma sürecinde eğitime tabi tutulan Musa, Mecma’ül Bahreyn’de ‘’Bilge Kul’’ ile tanışır. Bu kişi, bölgenin yöneticisi(ya da yöneticilerinden biri)dir.

Bilge Kul ile yaşadığı süreçte Musa’nın zihninde, sonuçları gözlemleyerek ‘’yargı üretme’’ hastalığı kırılır.

Kehf Suresi dahilinde anlatılan bu süreç, Bilge Kul’un Musa’dan‘’yaptıklarına tepki göstermemesini’’ dilemesi ile başlar. Musa söz verir. Ve Bilge Kul, hiçbir şey söylemeksizin, bir gemi batırır. Musa hemen atılır…

Bilge Kul, ‘’ben sana dememişmiydim, katlanamazsın diye’’ şeklinde tepki gösterir.

Bu durum, Musa’nın Firavun hegemonyasının dayattığı algının etkisiyle hareket ettiğinin göstergesidir. Musa, sonuçlara bağımlıdır. Nedenleri sorgulayacak bir zihinsel evrim henüz gerçekleşmemiştir…

Firavun, tarihsel bir dinin sembolüdür. İnsanın sahip olması gereken ‘’algının’’, kendi çıkarlarına ters düşmesi sonucu, o algıyı programlayan zihnin kendisidir. Toplumların bu hale gelmesi için, toplumlara dayatılan din algısının, şekil ve ritüellere saplanması gerekir. Ruhu katledilmiş bir dinselliğin egemenleşmesi, hegemon algı haline dönüşmesi gerekir. Akabinde, toplum ‘’raiye/davar sürüsü(Bakara 104)’’ haline dönüşür.

İslam’ın insanı götürmek istediği yer, bugün ki zihinsel paradigma değildir. Dolayısı ile; bugün fıkıh tartışmak, ‘’elmut’’ adlı yeni bir meyve üretmek gibi olacaktır. Elma ile Armut ayrıdır, ama bugünün zihinsel algısı nazarında bu çok önemli değildir.

Kuran toplumu nereye götürüyor ?

Hani biz ‘’beyt’’i insanlar için bir sevap yeri ve emin olan yer olarak tayin ettik. Siz de İbrahim makamından bir ‘’salat’’ yeri edinin. Ve biz İbrahim ve İsmail’e; tavaf edenler, Akifler ve Rüku edenler için beytimi temiz tutun dedik. (Bakara Suresi 125.ayet)

Kuran’ın tanımladığı ideal ortam/toplum bu ayette izah edilir. Bu ayette geçen ‘’beyt’’, sadece ‘’kabe’’ değildir. Beyt, gecelenilen yer demektir.

İbrahim(a.s.)’a bir beyt inşa ettirilmiş, merkezde kabe olan bir toplum algısı üretilmiş; belirli prensipler ile bu kurum güvence altına alınmıştır.

Bu prensipler şu şekilde özetlenmelidir;

Sevap Salat Tavaf Rüku Emniyet(em’an)

Sevap; karşılık demektir. Emeğin karşılığı manasına gelir. Salat; ‘’ateşten korunmak için harekete geçmek’’ manasına gelir. Tavaf: bir yerde dolaşma, Rüku: zenginin fakirleşmesi/mal dağıtma, emn: güvenlik, emniyetli gibi manalara gelir. (Bkz. Lisan’ül Arab, saly,salv,tvf,rakea mad.)

Ayete dikkatle baktığımızda, ‘’ateşten/tahriklerden’’ kurtulan bir Resul ile ‘’salat’’ özdeşleşmiştir. İbrahim Resul’ün kurtulduğu ateş(harrikuhu); tahrik, galeyana gelen kitlelerin zihninde beliren öfke manalarına gelir.

Yani Firavun’un halka dayattığı algı ile Nemrut’un dayattığı algı, tarihsel olarak aynıdır!

Salat bu anlamı itibari ile, ‘’yaşamın içinde ki bir fonksiyondur.’’ Namaz olarak çevrilmesi(ki namaz Arapça bir kelime değildir, farsçadır) tamamen bir katliamdır!

Namaz, daha önce de belirttiğim gibi, bir ritüeldir. Salat ise ibadettir. Yani, Salat; kulluğun yaşamdaki fonksiyonel tavrıdır. Namaz ise; ilanı ve sosyolojik temsilidir. Ve bu iki kavram iç içe geçmiştir.

Mesela, Maun Suresi’nde belirtilen; ‘’yazıklar olsun o namaz kılanlara’’ vurgusu, yapı itibari ile çok önemlidir. Bu sure, iniş sırasına göre 6. yılda vahyedilmiştir. Yani henüz Allah Resulü Mekke’dedir. Ortada riya namazı kılacak bir cemaat yoktur. Ve bu sureye kadar, henüz biçimsel bir namazın varlığından söz edilmemiştir. Bundan ötürü; Mekke’de yaşayan elitlerin kıldığı namazın eleştirildiğini söylemek gerekir.

Mekke’de yaşayan müşriklerin tamamı; Allah’a inanmakta, namaz kılmakta ve zekat vermektedirler.(Kuran ve Sünnette İbadet tarihi-Yaşar Soyadlı/Diyanet Yayınları) Hatta malının 1/40’ını veren Velid ibni Muğile Kuran’da eleştirilir;

Malının azını verdi, çoğuna cimrice sarıldı (Necm Suresi 34. ayet)

Yani yukarıda belirttiğim gibi, tarihsel şirk; Mısır’da, Nemrut sarayında, Mekke’de vücut bulmuş, tüm muhalif tepkiler, Kuran’da Resul sıfatıyla anılan karakterlerde belirginleşmiştir.

Bugün de yaşanan şey budur. Şekillere, ritüellere, görüntüye saplanan din algısı iflas etmiş, ruhu olmayan, içi boş bir teneke; din adı altında pazarlanmıştır.

Dolayısı ile, Abdestli Kapitalizm ve üst sınıfı olan ‘’NURJUVAZİ’’ türemiş, toplumda bu güruhların fiillerine muhalif ‘’dini’’ bir söylem kalmamış(bırakılmamış), hertürlü bozgunculuk ve talana rağmen ‘’şirk ve kenz grupları’’ büyük kitlelere hitap eder hale gelmiştir.

"Kim bize memur olursa, kendine bir zevce edinsin. Yardımcısı yoksa bir de yardımcı  edinsin. Meskeni yoksa bir mesken edinsin." "Kim bunun dışında bir şey edinirse, bu kimse haindir, hırsızdır." [Ebu Davud, Harac 10, (2945).]

Allah elçisinin bu sözüne rağmen, hırsızlar ve hainler itibar görür hale gelmiş, insanlar ‘’tüm olanlara rağmen, iyi yönünden bakalım edebiyatına kapılmış’’ kısacası; Firavun tarafından büyülenerek, saf şekil ve görünüme eklemlenmiştir.

Bunun en belirgin dışavurumu; ‘’Dindar Cumhurbaşkanı’’ talebidir. Hertürlü kenz ve şirke rağmen; Allah’ın emrettiği dinin yanından bile geçmeyen bir adam, ‘’kıldığı namazlardan dolayı, dindar olarak addedilmektedir.’’ Bu talep, sözde ‘’halkın’’ talebidir…

Hemde şu hadise rağmen;

"Bir adamın namazı, niyazı sizi aldatmasın. O adamın dirhem ve dinarla (yani para) ile olan ilişkisine bakın." (Hz.Muhammed)

Kuran’da ki Firavun’un halk üzerindeki egemenliği ‘’tam olarak budur.’’Yapıp ettikleri sorgulanmaksızın, dış yüzüne bakarak hakkında hüküm koyma sapıklığının en büyük yansımasıdır…

Bu tip toplumlarda en önemli talep;

Güç (1) Servet (2) Şehvet (3) Şöhret (4)

Haber Kaynağı: OdaTv
Yükleniyor...