İzmir de Ulaşım

KARŞIYAKA'YI HİÇ BÖYLE OKUDUNUZ MU?

Karşıyaka'yı hiç böyle okuduğuma dair bir yazı anımsamıyorum. Akıcı ve her ayrıntıda dehşet bir anlatı lezzeti var. Defalarca okunacak, okundukça dahaderinlere götüren bir üslup...

25 Mayıs 2020 Pazartesi 14:26
 Erdal Önal'ı sosyal medya da tanıdım. Kırkağa. için yazdığı bir anılar makalesinden hayranlıkla okudum. Daha sonra bir blogu olduğunu öğrendim. 
İşte aşağıda ki yazısını oradan aldım. (Kendisinden izin alamadım.Ama sanırım bunu anlayışla karşılayacaktır. Çünkü hiç bir çıkarım beklemediğim bir platform burası. Anlayışına inanarak yazısını alıyorum. 
Linkini buradan veriyorum yazının devamını lütfen kendi sayfasından okuyun.

"UNUTULMASINA KIYAMADIKLARIM
Bu Blog hhtp://unutulmasinakiyamadiklarim.com sitesinin bir versiyonudur. Bolg ile ilgili fotoğraflara ise: http://picasaweb.google.com.tr/erdonal adresinden ulaşılabilir. Blog yöneticisi Erdal Önal'a : erdonal@gmail. com adresinden ulaşılabilir.

22 Şubat 2019 Cuma
Kalemimden Dökülenler

2006 yılı kasım ayı idi galiba, internette dolaşırken nereden aklıma geldi ise, ”Eski Karşıyaka “ yazıp, tıkladım. Aman tanrım neler çıktı karşıma neler… Oradan oraya, siteden siteye dolaşırken, kendimden geçmişim. Heyecanım arttı, tansiyonum yükseldi, saatler geçmiş bilgisayarın başında. Yalnız bir troleybüs için yapılan yorumların sayısı neredeyse 100’leri buluyor. Sohbete katılanların bazıları Amerika’dan bazıları Hollanda’dan.
Anladım ki, herkesin bir “Eski Karşıyaka”sı var. 1950’li yılları hatırlayanlar, 1960’lı yılları hatırlayanlar, 1970’li yılları hatırlayanlar kendi çocukluklarının, gençliklerinin Karşıyaka’sının özlemini çekiyorlar.
Hatırlanan yıllar da daha çok 1980’li,1990’lı yıllar. Bilgisayar çağının gençleri ne hatırlıyorlarsa döktürmüşler. Bizim dönemin gençlerinin site sayısı “Kelaynak” gibi, 1-2 tane…. Saatler sonra kapattım bilgisayarı uzandım, yatağa. Dalmış gitmişim hayal dünyasına… Aman tanrım, benim okuduklarım, benim hatırladıklarımın belki de 100’de biri… Yazmalısın Erdal dedim. Ne hatırlıyorsan yazmalısın. Yoksa hatırladıkların seninle beraber gidecek, ve KIYAMADIM hatırladıklarımın UNUTULMASINA onun için ben de yazmaya karar verdim.
Gazetecilik yıllarımdan kalma daktilomu aldım önüme, kapandım bir odaya başladım yazmaya, akşam oğlum geldi… “Olmaz baba”… Olmaz, daktilo devri bitti… Önüme bir bilgisayar klavyesi koydu¸ “İşte artık ne yazacaksan buraya yazacaksın Çünkü; belli mi olur. Bakarsın bir gün sanal dünyaya koyarız yazdıklarını.. İnternet ortamında paylaşırız” dedi.
Ben, Erdal Önal’ım 1945 doğumluyum.1960 yılına kadar Kırkağaç’ta yaşadım. 1955 yılında teyzemler çocuklarının eğitimi için Söke’den Karşıyaka’ya göç edince ben de Karşıyaka ile tanıştım. 1960 yılında Karşıyaka Lisesi’ne kaydoldum. Üniversite eğitimim için Ankara’ya gittimse de Karşıyaka ile irtibatım hiç kesilmedi. Her tatilde kendimi lise yıllarımın geçtiği Karşıyaka’da buldum. Sonraki yıllardaki çalışma yaşamım da Karşıyaka’da devam etti.
“Eski Karşıyaka” sitelerini dolaşırken anladım ki, herkesin farklı bir “Eski Karşıyaka”sı var. Ama bana göre en güzeli bizimki, çünkü l960’lı yılların başında nerede ise tüm evler müstakil bahçeli evlerdi, hatta pek çoğu iki katlı “Rum evi” idi. Hatırladığıma göre nüfus da 15 bin civarında idi. Herkes birbirini tanırdı. Sokaklarda selâmlaşılmadan geçilmezdi. Pek çok kişi birbirine ismi ile hitap ederdi. Sokak aralarında inşaat yok denecek kadar azdı. Böyle olunca da her yağmurla adeta sokaklar yıkanır, mis gibi toprak kokardı. Yani şimdiki gibi yağmur sonrasında her yer çamur deryasına dönmezdi.
Benim gençlik yıllarımın en önemli kent içi ulaşım aracı vapurdu. Yıllarca vapur hareket saatleri hiç değişmedi. Konak’tan da Karşıyaka’dan da vapurlar hep 10 geçe ve 40 geçe kalkardı. Öğrenci l5, tam 40 kuruştu. Herkes belli yerlere otururdu. Koltukların ara kısmında fileli paket koyma yerleri, ahşap direklerde de askılar bulunurdu. Oturulmadan mantolar, paltolar çıkarılır asılırdı. İnsanlar birbirini selâmlarken saygılarını da belirtirlerdi. Selamlaşırken en çok kullanılan iki sözcük “Muhterem” ve ”Beyefendi” sözcükleri idi. Vapurdaki garsonlar kimin ne içeceğini bilir, çaylar kahveler pek çok kişiye söylenmeden getirilirdi.
Bir gün Konağa giderken vapurda oturduğum koltuğun karşısına gelen yaşlı bir kişi.
- “İyi günler beyefendi”
demişti de, o gün ne kadar sevinmiştim. Çünkü o güne kadar bana hiç kimse beyefendi dememişti.
O zamanlar “Altınyol” yoktu. Dolmuşların çoğu, Basmane’ye çalışırdı. “Steyşın vagon” taksiden bozma 7 kişilik dolmuşlardı. İskelenin sağ tarafından kalkar, bugünkü Alaybey trafik ışıklarını geçince karşımıza çıkan parkın sol tarafından girerdi. Şimdiki tersanenin kapısının önündeki sokak, sapa bir sokaktı. O sokakta oturan çok kişinin denizde bağlı sandalı vardı. Dolmuşlar Naldökende demiryolunu geçtikten sonra 3-4 Km gider, demiryolunu tekrar geçerek Turan’a girer Turyağ’ın önünden geçerek Bayraklı’ya yönelirdi. Araç sayısı çok az olduğundan trafikte tek sorun demiryolu geçişlerinde yaşanırdı. İskele ile Soğukkuyu arasındaki yol ana cadde idi. Yan yana iki belediye otobüsü zor geçerdi.(mavi renkli Büssing marka otobüsler) son durağı Soğukkuyu olan otobüsler vardı. Şemiklere ulaşım daha çok banliyö trenleri ile sağlanırdı. Menemen’e yolculuk şehirlerarası sayılırdı. Tek lise, Karşıyaka Lisesi idi. Nergis’ten, Şemikler’den, Örnekköy’den gelen arkadaşlar yaya olarak bahçe aralarından gelip, giderlerdi. Zübeyde Hanım Caddesindeki Altınuç Sinemasının yanından bahçe aralarına girdin mi? Patika yollardan, 5 dakika sonra Nergis’e varırdın.



1960’lı yılların başında Bostanlı sahili pek hareketli değildi. Sahil yürüyüşleri Çamlık’ta sona erer, oradan geri dönülürdü. Hele Reşadiye’den sonra Bostanlı camii’ne kadarki bölüm ıssız denecek kadar tenha idi. Ama Bostanlı Camii’in yanındaki kahve akşamları nargile içenlerin buluşma yeriydi. Yol köprü’de biterdi. Onun ilerisi gözünüzün alabildiğince bataklıktı. O yıllarda Cemal Gürsel Paşa Köprünün de ilerisinde ev yaptırınca kendisine, dereyi aşan köprü yapıldı ve yol onun evine kadar uzatıldı. Balıkçı sandalları tam kahvenin karşısına gelen şimdiki İş Bankasının bulunduğu yerin karşısına bağlanırdı.
İskeleyi karşımıza alınca sağ tarafta “Tilla” vardı. İçkili restorandı. Biraz pahalı olduğundan herkes gidemezdi. Ama balık yenecek en iyi yer diye söz edilirdi. Eski Karşıyaka fotoğraflarına bakılınca, Tilla’nın yerinde 1930’larda bir yemekli gazino, sonraki yıllarda da kocaman bir çay bahçesi olduğu görülüyor.
O zamanlar körfez balık kaynardı. Çipura, levrek, lidaki ve ısparoz en çok çıkan balıklardı. İskelenin sol tarafında meteorolojinin kulübesi vardı. Onun önünde de misina, olta, yem olarak da, sülünez ile mamun her zaman bulunurdu. Körfezde balık tutmayı ben pek beceremedim ama. Çok tanık oldum. Karşıyaka Yelken Kulübünü tesislerinden başlayıp, Yunuslara kadar uzanan alan balıkçıların mekanı idi. Geceden atılan ağlar, sabahları saat 9 ile 10 arasında çekilirdi. Balık almak isteyenler ellerine bir kap alıp, O saatlerde orada olurdu. Balıkçıların makarna süzğecine benzeyen kapları vardı, O’nun dolusu 50 kuruştu, genelde sardalya çıkardı, ama arasında bol miktarda isparoz ve hatta lidaki bile olurdu. 1970’li yılların sonunda Çarşı camiinin imamı Veli hocanın oğlu Fevzi, iskeleye memur olarak girecek. Ne zaman balık muhabbeti açılsa: - Memur maaşı ile ev mi alınır. Ben Nergis’teki evimi her gece saat 24’e kadar iskeleden tutup, Tilla’ya sattığım balıkların parası ile yaptım. Derdi"

YAZININ DEVAMI İÇİN LÜTFEN TIKLAYIN (Yazarın kendi Blogundan okumanızı öneririm)
Yükleniyor...